26 Mart 2020 Perşembe

Tarlayı

Tarlayı yazmam gerekiyor. Gerekmiyor da aslında ama kelimeyi ben seçtim. Elimi sayfaya koydum. Kitap Göçüp Gidenler Koleksiyoncusu. Kelime Tarlayı. Tarlayı ne yapayım ben şimdi. Hayatımda bir tarlada gezdim mi? Hatırlamıyorum. Bir çok şeyi hatırlamıyorum. Ayrıntılarda kalmıyor zihnim. Duydum ki ayrıntıları hatırlarsa insan gerisi gelirmiş anıların. Bir renk, bir koku, bir tat. Babaannemin mantısının tadını hatırlıyorum. Kararında sarımsaklı yoğurt ve üzerine döktüğü kıp kırmızı domates salçalı tereyağının tadı çocukluğum. Güven duygum. Babaannemin kokusu, teni, katlanan yaşlanmış derisi. Güzel burnu, akşam çıkartıp bardağa koyduğu dişleri, geceliği. O evin kokusu o gidince değişti. Koku dediğimde taşlar geliyor. Siyah, gri, şekilleri farklı taşlara dökülen arap sabunlu sular, o temizlik kokusu, apartman, okul dönüşü, apartmana yayılan dolma kokuları, başka evlerin başka hayatların sofraları. Renk hep kırmızı. Neden hep kırmızı? Kan mı? Bir rüya var. Çocuğum o zamanlar. Çok küçük. Bir teknedeyim. Limana bağlanmış bir taka taka aslında. Ufacık kapalı bir yeri var. Su teknenin kenarına vuruyor. O limanlarda vurduğu gibi, yavaş ritmik vuruşlarla. Akşam. Geç. Kimse yok etrafta. Ben kapalı yerin penceresinden dışarıya bakıyorum. Geceyi görüyorum. Siyah. Bir sokak lambası var. Teknenin içi kıp kırmızı. Her yer kan. Korktum mu artık hatırlamıyorum. Ama izi kalmış o rüya anının, gerçek olmuş bir yanı, şekillendirmiş beni, beslemiş korktuğum her neyse. Ben hep kayıplardan korkarım. Asla dönüşü olmayan kayıplar. O ağır kayıplardan sonra yaşamaya devam eden, gülebilen, hayata katılabilen insanlardan alamam gözümü. Anlamak ister gibi, başka bir yaşamda öğrenemediklerimi öğrenmek ister gibi...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder