31 Ocak 2016 Pazar

Roman Taslakları...devam ediyor

Kusuyorum. Bu kaçıncı. Annem başımı tutuyor, sırtımı sıvazlıyor. Avazım çıktığı kadar bağırıp onu kovmak istiyorum. Tadamazsın sen bunu. Benim başımı tutamazsın, sırtıma elini koyup beni rahatlatmaya hakkın yok senin diye bağırmak istiyorum ona. Sadece ağlıyorum vu durmadan kusuyorum. "Ne yedin acaba, hay allah" Annemle kocam aralarında ne yemiş olabileceğimi tartışıyorlar. Başımı kaldırmak, nefes almak, heryere bulaşmış, kırmızı parçacıklara bakmak istemiyorum ama başımı her kaldırdığımda midem bir daha dönüyor, midemi boğazımda hissediyorum. "Bu kadar yormamalısın kendini kızım. Bazen insan sadece dursun ister" Evet dursun istiyorum. Sen dur, kocam dursun, herşey bir an için dursun ve ben gözlerimi kapatabileyim. Hiç düşünmeden öylece durabileyim, hepiniz durursanız ben de durabilirim belki. Güneşi yüzümde hissedebilirim, çimleri koklayabilir, denizin sesine kendimi bırakabilirim. "Doktor çağıralım mı?" Anneme soruyorsun. Her zaman çaresiz, hep yetersizdin. Beni terk etmiş bir kadın, terk edecek bir adamın başımda olmasının ironisi içimde ekşi bir tatla yükseliyor. Başımı eğiyorum. Kusuyorum.

24 Ocak 2016 Pazar

Roman Taslakları devam...

"Sana söylemeyi planlıyordum. Bu hafta sonu bitince."
O müştemilattan geliyor, ben mutfak kapısından gelişini sigaramı içerken izliyorum. Yaklaşırken söylüyor bunları. Sadece bakabiliyorum. Önümde duruyor. Ürkek değil, pişman değil. Hatta ben mektupları buldum diye mutlu bile olabilir. Evet. O korkak. Bana söylemesi gerekmedi. Tam konuşacak tekrar "Şimdi sırası değil. Misafir gelecek" diyorum. Sigaramı söndürüp akşam yemeği hazırlıklarına dönüyorum.

"Sırası değil ne demek?" Peşimde dolanıyor. Evliliğimizin ilk yıllarında da böyle peşimde dolanan bir köpeğimiz olmuştu. Tırnakları parkelerde beni delirten sesler çıkartırdı. Makarnaları sudan çıkartıp soğumaya bırakıyorum. "Sıçtığımın misafirleri gelmesin. Bu bizim hayatımız." Bir an durup boş boş bakıyorum yüzüne. Söylenecek milyonlarca laf hızla zihnimden geçiyor. Aralarından seçmem gerekiyormuş gibi, kartotekse yazılmış isimler gibi, açılan sayfalar gibi hepsi geçiyor zihnimden. "Anne!" Gözleri açılıyor, yüzünde bir dehşet beliriyor. "Napıyorsun?"  Sesi kısık şimdi, fısıldıyarak soruyor. "Anne!" Sanırım eğleniyorum.

Roman Taslakları...bilmem kaçıncı :)

Duruyorum. Çünkü başka ne yapacağımı hiç bilmiyorum. Kızgın mıyım? Onu da bilmiyorum. Şaşkın diyorum bu halimin adına. Şaşkınım. 30 yıllık bir evlilik ve sen. Senden hiç beklemezdim demek ne kadar komik. Bu seni insanüstü bir yere koyuyor. Geçenlerde televizyonda bir psikolog, meşhur biri, bizi hayvanlardan ayıranın irademiz olduğunu söyledi. Soğan doğruyordum o gün. Belki de annemin hiç iradesi yoktu, belki o yüzden gitti diye düşünmüştüm. Seni düşünmek hiç aklıma gelmemişti. Duruyorum çünkü annem babamı bıraktığında da durmuştum ben. Babam da durmuştu. Yıllarımız hep sanki o boş mutfakta, üzerime yemek kokusunun sinmediği, kimsenin konuşmadığı o ana, o geceye hapsoldu. Ve biz hep o geceyi yaşadık, babam ve ben. Senle öyle değildik. En azından öyle inandım. Ben babam gibimiydim? Anneme benzemeyim derken babama mı yakalandım. Soramıyorum bile "Neden?" diye. Bana koymaz...biz ne terk edilişler yaşadık diyor o içimdeki on yaşındaki çocuk. Duruyorum. Öylece durup nohutları tek tek soyuyor ve kaba bırakıyorum. Sesleri pıt pıt, tok yayılıyor mutfağa. Benden başka kimse duymuyor sanki. Birden o pıt pıtların ritmiyle yine babaannemin koynuna sokuluyorum, onun kokusunda uyuya kalıyorum. "Şarap içer misin?" Bana uzattığın kadehi alıp, dikiyorum.