30 Ekim 2016 Pazar

İnce

İnce ince yağdı yağmur. Yürümek istedim ama damlalar o kadar inceydi ki ıslanamadım. Islanmadıkça yağmurda olmanın bir anlamı yok diyerek bir kafeye girdim. Çay söyledim. Çay yok dediler. Kahve içtim. Sütlü istedim. Çocuk Cafe au lait dedi. Yok sütlü dedim. Öyle dedi. Onu da kabul ettim. Bahçede oturdum, kahvem soğudu. Bir kedi geçti..siyah beyaz. Hava soğudu. Yan masada kızlar votkalı boni bondan bahsetti. Saçma dedim. Gençliğimi hatırladım. Belki de gençlik demeliydim. Zaman geçti. O hep geçiyor. Dur desen de fıtratında değil...duramıyor. Ben zaman mıyım anne? Ben neden duramıyorum? Belki de zaman zihnim, ben dursam da o hiç durmuyor. Makina gibi, yağlanmaya bile ihtiyaç duymayan bir makina gibi çalışıyor, üretiyor, yaratıyor. Her makina dinlenmeli arasıra. Bir fabrika sahibi demişti bir yerlerde. Benim fabrikanın müdürü mü yok yoksa kötü mü çalışıyor bilmiyorum. Çay içtik, kahvaltı ettik sabah. Oradaki çocuklar da çalışmıyordu. Yiyecekleri getirdiler, masa küçük napsak dediler? Ellerinde tabaklar bunları nereye koysak şimdi diye bize sordular. Senin gücün daha fazla onların üzerinde niye kullanıyorsun dedi oğlum bir ya da iki hafta önce. O yüzden iyi davrandım çocuklara. Tabakları birbirine kattım. Boşları verdim. Bir daha gelmediler masaya. Kahkahalarla yüksek tonda çıkan erkek sesleriyle konuştular. Neyim eksik? Neden bana gelmelerini bekliyorum diye sordum kendime. Yanıt bulamadım. Çocukları kendi hallerine bıraktım. Çay bitti, kahvaltı bitti. Ben çıktım. Sokaklarda yürüdüm. Eve gitmek istedim sonra sokaklarda gezmek istedim. Karar veremedim. Bir cizgide durdum sağa mı sola mı adım atsam bilemedim. Çizgi inceydi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder