4 Eylül 2015 Cuma

Roman Taslakları 11


Bir çocuk Bodrum’da sahile vurmuş. Dinlemek istemiyorum. Televizyonu kapatıyorum, tam da ölmüş dediklerinde. Savaş, dağılan ülkeler, dağılan aileler. Bilinmezliğe can havliyle kendini atan insanlarla doluyor içim. “Başka çaresi kalmasaydı, insan denizin ortasında bir bota çocuğunu bindirir miydi?” sorusu sabahtan beri beynimde dolanıyor. İkinci dünya savaşında çocuklarını trene bindiren yahudi ailelerin fotoğrafları geliyor gözümün önüne. İngiltereye tek başına yolladıkları çocuklar, ellerinde ayıları, çantaları, gözlerinde dehşeti hatırlıyorum. Bir kahve koyuyorum kendime. Her gece gidip bakardım kızlara. Uyudular mı diye bakıyordum sözde. Nefeslerini dinlerdim hep. Sevmenin ötesinde sevdim onları anne, içime çektim kokularını. Kendimde eksik hissetiklerimi hep onlarda yaşamaya çalıştım belki de. İnsan o kurtulsun diye ayrılmayı göze alıyor, bilinmeze yolcu ediyor. Belki de haber alamayacağını bile bile onu gönderiyor. Yalnız kalacağını korkacağını, ağlayıp yardım alamayacağını düşünürken yollamak ve ummak, daha iyi bir geleceğe gittiğini. Sen geliyorsun aklıma anne. Kafam karışıyor. O televizyonu kapattığımda sahile vuran çocuk orada yatarken ben dolaptan etleri çıkartıyorum. Soğanı doğrayıp kavuruyorum. Akşama yemek yapmak gerekiyor. Balkonda şarap içiyorlar, kahkahaları geliyor. Hayat normalmiş gibi devam ediyor. Belki de normal olan budur anne. Ne bileyim, ben de şaşırdım normali. Otomatiğe bağlanmış gibi ilerliyorum dünden beri. Zihnimden onları çıkartamıyorum. Hayallerimde o güzel bir kadın, güzel sevişiyor, kocamı içine alıyor, ona gülüyor. Kovuyorum, görüntüler gitmiyor. Bir onları bir çocuğu görüyorum. Soğanları kavuruyorum. Güneş yavaş yavaş iniyor. Işıkları sarı sarı vuruyor binalara. Soğan kokusu mutfağa yayılıyor. Tencereyi karıştırırken müştemilata takılıyor gözüm.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder