28 Şubat 2021 Pazar

Nadiren

Nadiren giderdik dedim ama aslında önce Nadiren gelirdi diyecektim. Evet o Nadiren'i büyük harfle başlattım, hem de cümle ortasında çünkü cümlenin başına gelecekti ama diğeri geldi önce ayrıca burası Almanya ve burada garip kelimeler cümle ortasında büyük harfle başlıyor. Neyse yazıma döneyim. Kelimeler işte. Öyle gelip gidiyorlar zihnimde. Seslere takılıyorum, makineler çalışıyor, arabalar geçiyor, kilise çanları çalıyor. Bir şehri resmetmek. Gitmeliyim. Şehrin her yerinde oturup resim çekmeli, çizmeli, sonra da yazmalıyım. Ne garip bir şey. Önce bir görüntü geliyor zihnime. Sonra onu yazmak istiyorum ama nereden? Bir başlıyorum sonra zaman geliyor. Beni geçmişte anlat diyor. Mekan yerleşmeye başlıyor. O bankta oturan kadına ben sağdan mı soldan mı yaklaşsam bilmiyorum artık. Nereden hikayesine girmeliyim. Ya da hikayesini mi anlatmalıyım? Ne yapmalıyım, işte onu bilmiyorum. Her şeyi bir anda anlatmak isterken elim hızlanıyor. Koşarak her şeyi anlatmaya çalışıyor. Multi-tasking yapıyor elim, zihnim. Kahve lazım. Bu geldi şimdi de. Sonra masadaki kahven soğuyor dedi bir ses. Sonra dur hızlan dedi. Evet o iki komutu birden verdi. Sabah sabah bütün makine devreye girdi. Isıyı fark ediyorum. Sokakta bir çocuk papa dedi bir adam gür sesiyle yanıt verdi. Almanca ne dediklerini anlamaya çalışmıyorum. Dağılıyor her şey sonra ve birden boşluk. Sadece bir boşluk. Bilgisayar ekranı gibi donuyor zihnim. Verileri işlemeye çalışıyor. Dur diyor. Öyle geliyor o boşluk ve o bankta oturan kadını anlatma hevesimi de alıp yutuyor. Yazsam ne olacak diyorum. Ay bir insanla daha tanışmak, kimdir, nedir, neden o banka gelmiş bilmek yorucu geliyor. Nasılsa herkes her şey aynı diyor, kesip atıyorum. Bu sabah ilk defa penceremin önünden kuşlar uçuyor ve kuş sesleri var. 

19 Şubat 2021 Cuma

Sen


Sen varsın orada şu anda. Tam da benim harf harf bunları klavye tuşlarıyla sayfaya koyduğum sırayla okuyorsun. Senin orada olduğunu bilsem de ilk yazmaya başladığımda sen değilsin dikkatimi verdiğim. Benim. İçimde o kendini anlatmak isteyen hikayelere dikkatim kayıyor onlar şişince çıksınlar diye geliyorum buraya ama bir süre sonra duruluyor ya içim. Başka oyuncaklara başka insanlara dikkatim kayıyor. İnsan malzemesi işte. Hep yan komşunun bahçesinde ne var diye merak ediyor. İşte o zaman seni görüyorum. Sen öyle önemli oluyorsun ki, bir sonraki sabah buraya gelip şöyle rahat rahat içimi dökeyim derken seni görüyorum. Oradasın. Satırlarımı okuyorsun. Soyunamıyorum. Karşı pencerelerden gözetleniyormuşum gibi ama bu sefer saklanmak deil istediğim, senin daha da çok dikkatini çekmek istiyorum. Beni beğen istiyorum. Benim yarattığım satırlara hayran kal, biraz kıskan, ay çok iyi anlatıyorsun, çok güzel yazıyorsun de. Garip bir çocuk ebeveyn ilişkisi bizimki. O yüzden tam açılamıyorum. O zaman neden blog sayfasına yazıyorsun ki... git bir deftere yaz istersen sonra sayfaları yırt at... neden illa herkesin okuyacağı bir yere yazıyorsun ki? İşte o da içimde görülmek isteyen o yanımın marifeti. Defterlere kendim için yazdığımda o geliyor. Çok sıkıcı diyor. Sıkıldım diyor. Kimsenin okumayacağı şeyleri yazmanın ne anlamı var. Biz, ben ve içimdeki sesler aslında meşhur olma derdinde değiliz, biz işe yaramayı seviyoruz. Arkadan bir ses "ben meşhur olmak istiyorum" diye bağırdı ama onu da duymazdan geleceğiz. Güneş var bu sabah Köln'de. Bak yine sana yazdım. Sen olmadan benim sanırım olmamın anlamı çok değişiyor. İyi ki varsın. 

18 Şubat 2021 Perşembe

Daraldım


Öyle böyle değil. Feci daraldım. Evin içinde dön dolaş. Dışarıda yağmur. Kadın sohbeti özledim. Ama şöyle canlı canlı, enerjilerimiz birbirine aksın öyle bir sohbet. İçimde büyüyor bir şeyler. Bağırmak, kocaman offflarla seslenmek istiyorum. Köpek olsaydım. Koltukta oturup uyurdum. Yemek saatini beklerdim. Sonra da birisi beni dışarı çıkarsın diye beklerdim. Hayat o kadar basit olurdu. Keşkelerim olmasaydı diyor Tarkan. Canlı bir şeyler dinleyeyim dedim. Bir diskotekteyim. Kaldı mı onlardan bilmiyorum ama benim hafızamda var işte. Orada bangır bangır Tarkan çalıyor ve ben yirmili yaşlarımdayım. Zıplıyorum, eller havaya modunda dans ediyorum. Böyle bir anım var mı? Var herhalde. Silinmiyor hatıralar diyor Tarkan. Siliniyor valla. Bende boş bir tahta. Şimdi Ajda girdi Sardı korkular dedi. Haksızlıklar dedi. Bambaşka olacak diyor. Canlan diyorum kendime. O boing boing sesi var müzikte. Disko şarkıları bunlar. Şimdikiler sevmez bunları. Biz yazları bunlara dans ederdik açık hava diskoteklerinde. Aşık olurdun. İnsanın canı sıkılınca neden aşk düşünüyor. Her seferinde onu düşününce de aklıma Robert Johnson'ın aradığın aşk değil kendi potansiyelin olarak yorumladığım ama tam kelimelerini hatırlamadığım sözleri geliyor. Bunları neden yazıyorum. Ne işe yarayacak böyle yazmak. İşin var Yeşim kızım. Otur işin yap. Napıyorsun? Bitmedi ki şu altı dakika. Acımadın bana diyor Ajda. Oh olsun artık başım yukarıda diyor. Hayat ne zaman bitecek bilemiyoruz. Bir gün varsın ve önünde upuzun yıllar var sanıyorsun. Sonra küt. Bir saniyede bitiyor her şey. Nereye gidiyorsun? Sen o beden değilsinki sadece. Bedeni bırakan yanın ne? Nereye gider? Devam eder mi? Sen gidince geride kalanlar ne oluyor? Bu kadar acı gerekli mi diyorum ama hemen o diğer sesim çıkıyor sahneye...acı olmadan diğeri olmaz diyor. Haklı biliyorum ama şu anda onu sahneden ittirip atmak istiyorum. 

Akşam


Akşam ama belki de sabah denebilir. Saat iki olacak on dakika sonra. Köpekler benimle. Evi temizledim bugün. Yere yalınayak basınca pürüzsüz, tozsuz kayıyor tabanlarım. Her bastığımda temizlemiş olmanın keyfini yaşıyorum. 52 m2 temizlemek kolaymış. Bir zamanlar bir kamp fikrim vardı. Herkes kampa vardığında odasında bir kova, temizlik malzemesi paspas bulacaktı. Kamp çalışmasına geçmeden önce herkes kendi odasına sahip çıkmak için temizliğini kendi yapacaktı. Ortak alanı da çalışma başlamadan önce beraber temizleyecektik. Bana fikir nefis gelmişti ama sonra uyarıldım. Türkiye'de insanlar para ödedikleri bir eğitimde hizmet bekler, temizlik yapmak istemez dendi. Ben de dinledim. Ama o kamp hala kalbimde. Bir insanın kendi alanına sahip çıkmasının en güzel yollarından biri o alanı temizlemektir bence. Mesela bugün saksılardan birinin aynı zamanda ışık olduğunu keşfettim. Bir kaç eşyanın yerini değiştirince daha sevimli olduğunu gördüm. Akşam eve gelince temiz evin beni karşılaması iyi geldi, hem de benim geldi. Şimdi bu masaya da alışıyorum. Neden çiçeklerim yok burada diye düşündüm bugün. Sanırım yarın pencere önüne çiçek alacağım. Yatmak lazım artık. Geç oldu. Ama bu saatleri çok seviyorum. Yine de yatmalıyım. Ben yatmadan bu köpekler de yatmayacak o kesin. Yanı başımda durmuş uyuyor numarası yapıyorlar ama arada gözler açılıyor, bna bakıp ufak bir itiraz vızıltısı çıkartıyorlar. İyi geceler Köln. 

17 Şubat 2021 Çarşamba

Elektrik Süpürgesi


Sanırım ben hayatımda hiç elektrik süpürgesi kullanmamışım. Ya da benim kullandıklarım çakma süpürgeymiş. Bugün yeni evimizde dolabın içine asılmış Miele süpürgeyi çalıştırdım. Alet elektrik süpürgesi falan değil, toz canavarı. Belki de mıknatıs. Tozlar uçarak geliyor makinayı görünce. Ağır makina. Makine mi yoksa aman ne bileyim. Alet işte. Köpek tüyü müyü kalmadı. Ev temizlenince bir huzur geliyor ortama ama sırtım ağrıdı. Kollarım zorlandı. Haftada bir mi iki mi? Ay ne saçma şeylere takılıyor insan. Kaç kereyse o kere. Balkonlar çok güzel buradan bakınca. Bir pencere var. Tavanarası bir oda. Lamba yanıyor içeride. Jaluzisi aşağıdan yukarıya açılıyor. O yüzden tavandaki lambayı görüyorum ama içerisini göremiyorum. Benim bilgisayarcı çocuk panjurları kapatmış. Birazdan gideceğiz. Bir C vitamini mi alsam. Adamın biri bornozuyla tavanarası pencderelerden birinden dışarıya baktı. Orada yaşamak nasıl acaba. Dışarıdan bakınca güzel görünen yerlerin içi nasıl? Köpekler uyuyor. Elektrik süpürgesine bile bir tepki vermediler. Yazmam lazım. Sevval bitmek üzere. Şimdi bir kaç yıl daha bitiyor bu roman diyerek geçmese bari. Banyodaki bitki canlı değilmiş. Durdu zihnim. Sanırım uzanmak istiyor canım. Emeklilik böyle bir şey mi acaba. Uzansam dediğin, yatsam dediğin. Emekli olalım artık ayça ve ben. Kendimize bir yaş sınırı koyalım ve emekli olalım. 

İzin


İzin vermiyor. Hayat buna da izin vermiyor demişim son olarak romanımda. Sonrasını yazamamışım. Dumanı tütüyor buhurdanlığın. Öylemi diyorlar bunlara. Gelir gelmez ilk ısmarladığım şey. Ne güzel de yanıyor masamda...mis kokular yayıyor etrafa. Yağlarını da ısmarlamıştım. Ay herhalde neden bir de onu söyleme ihtiyacı duydum ki şimdi. Yağmur var galiba dışarıda. Arabaların ıslak sokaklarda geçerken çıkardıkları gibi bir ses geliyor hafif aralık duran penceremden. Annem eskiden Roma'ya tatile gittiğimizde yanında mutlaka masa örtüleri getirirdi. Otel odamıza onları serer, masalara, üzerine de evden getirdiği çerçeveli fotoğrafları koyardı. Ne saçma diye düşünürdüm o zamanlar. Çocuksun işte, zaten anne babanın yaptığı her şey saçma gelir o zamanlar. Şimdi köln'e gelirken çerçeveli fotoğraflar getirdim yanımda. Hayat işte, değişiyorsun. Hep aynı kalacağını sanmak saçmalık zaten. Yoga bolster aldım. Yarın sabaha yoga yaparım. Şimdi yatmak da lazım. Geç de oldu ama olmuyor işte. Bazen yatamıyorsun. Sanki akşam olunca elimden akan kumlar gibi zamanda akıp gitmiş hissi oluyor. Ya da akşamları seviyor olabilirim. Herkes evine çekiliyor, günün telaşları sona eriyor ve hiç kimseyi düşünmeme, hiç bir şeyi yetiştirmeme gerek kalmıyor ve ben kendimle, bilgisayarımla baş başa kalabiliyorum. Belki de ondandır. Kim bilir. Bu kim bilir ayrı mı yazılıyordu?

16 Şubat 2021 Salı

16 Şubat 2021 9.47


Açık pencerenin önünde sigara içiyorum. Hastalanıyorum. Yine de içiyorum. Herkesin sesi hala kulağımda. Yok anam insan bu seslerden kurtulmuyormuş. Onu da anladım. Yönetmeyi öğreniyor yıllar önce yapman gerekeni 57 yaşında yapmanın da yükünü üstleniyor muşsun. Neyse yaşlanınca rahatlayacağım diye düşünüyorum. Yaşlanacağız di mi? Buruşacak her şey Buruşmaya başladı bile. Sarkmaya da başladı. Spor yapmak nafile bir çaba gibi geliyor şimdi. NolaCAK GÜZEL KASLARIM OLURSA DİYEREK GÖTÜRÜYORUM ATIŞTIRMALIKLARI BU ARALAR. KENDİME BİR DE YENİ ÜLKEDESİN OLUR BÖYLE ŞEYLER İZNİ VERDİM. SICAK KUMLAR ÖZLÜYORUM ŞU ANDA. ŞÖYLE KEYİFLE İSTEDİĞİMİ YAPABİLDİĞİM ANLAR. ÖYLEYDİ EVİM. TÜRKİYE'Yİ ÖZLEMİYORUM SANIRIM ÖZGÜRLÜĞÜMÜ ÖZLÜYORUM. bakmadan yazdığım için büyük harflerle bağıra bağıra çıkmış dediklerim. Öyle bırakmaya karar verdim. Bakmıyorum klavyeye. Pınar hanımın terapi odasında oturmuşum duvardaki pandaya benzeyen o ağaca bakıyormuşum gibi karşı pencerelere bakıyorum ve parmaklarım konuşuyor. Yine beni dinleyeni görmüyorum. Yine yorumlayan ben olacağım. Binalar kirlenmiş. Yıkamak geliyor içimden. Sana ne diyorum. Çatılar çok güzel. Eski, Avrupa havası. Avrupa havası güzel. Bazen sokakta yürürken ben avrupada yaşıyorum artık diyorum. Geçen gün düşündüm de Afrika kıtasında yaşadım, Amerika kıtasında yaşadım, Asya kıtasında yaşadım Avrupada da yaşamış olacağım. Avustralya kaldı sanırım. Böylelikle dünyadaki tüm kıtalarda yaşamış olurum. Kutuplar sayılıyor mu bilemedim. Bir da Asya çok büyük Uzakdoğu da asya kıtası nihayetinde ama oralara gitmedim. Bir yarış mı vardı da benim haberim yok. Neyse konumuza dönelim. Ne konusu, konu falan da yok ki. Öylesine karşı pencerelere bakıp klavyede konuşuyoruz işte. 

28 Nisan 2020 Salı

Giriyor, Gidiyor

Giriyor içime, duygular, kokular. Bahar giriyor mesela. Ama mesafeliyiz bu mevsim. Eskiden olduğu gibi koklaşmıyoruz. Sarılmıyoruz. Ben ona hiç sarıldım mı? diye soruyorum kendime. Bilmiyorum. Ama o bana çok sarıldı. Umudum oldu hep. O ve sonbahar. Hep başlangıçları umutları yenilikleri onlar getirdi, onlar anlattı. Aynı ailenin iki kızı. Bahar genç olanı Sonbahar ablası. Eskiyi at, yenisine yer aç, ayıkla temizle dediler. O yüzdendir belki de pencereleri açasım, dolapları toplayasım var bu aralar. Aynı ailenin iki kızı, özünde aynı ama duruşları farklı. Bahar pencereyi aç, çarşafları havalandır diyor. Aylardır gelenin üzerine serilen tozları kaldır, aç, hava girsin, havalansın, canlansın her şey diyor.

Sonbahar daha ağırbaşlı. Katlayıp kaldırıyor. Dolaplara depoluyor. Eskileri atıyor. Ama düşünerek, tartarak, ihtiyaca göre. Bahar öyle mi? Niyeti canlandırmak. Sonbahar biliyor vakti gelenin gitmesi gerektiğini. Bu gitsin, bu kalsın diyor. Savruk değil kararları. Bahar pencereden sarkıttığı çarşafları silkerken, gözü bir kuşa takılıyor, kuşun peşinden hayallere dalıyor, çarşaflara takılmış ne varsa uçup gidiyor, iyi ya da kötü. Ocaktaki yemeği de bazen unutuveriyor. Sonbahar odada hüzünlü, vedalaşıyor. Hoşuna gitmese de ayrılması gerektiğini biliyor.

Baharın açtığı pencerelerden kuş sesleri doluyor eve, yeşilin tonları mucizelere inandırıyor, yeni tomurcuklarını sergileyen ağaçların altında kedi yavruları dünyaya gözlerini açıyor, güneş gerine gerine yayılıyor üzerimize, geldim diyor. Günler daha aydınlık, geceler hızla geçiyor. Işık doluyor evlere, ten havayla buluşuyor nihayet, böcekler usulca çıkıyor topraktan, silkinip katılıyor aramıza.

Gidiyor şimdi mahsun hırkalar, kazaklar, kabanlar, hurçlara yerleşiyor. Seneye görüşürüz diyoruz. Çoraplar belki korkuyla, belki de derin bir oh çekerek sıralarını bekliyor. Yorgun çoraplarımız var. Dinlenmek istiyorlar artık. Karanlık gidiyor, çantası küçük artık. Ağır tencere yemekleri dinlenmeye çekiliyor. Hafif salatalar, zeytinyağlılara teslim oluyor. Toprağın ağırlığı kalkıyor. Uçuşuyor her şey. Polenler konuyor, yeni hayatlar doğuyor.

Bizim dışımızdaki her şey doğaya, sisteme güveniyor. Ne gelirse onu karşılamayı biliyor.