17 Aralık 2012 Pazartesi

Kirazlı Mescit Sokağı

Kirazlı Mescit sokağı  
Haliç'e doğru iner  
Yoksul ahşap evler  
Cumbalı pencereler 

Hiç gitmedim Kirazlı Mescit sokağına hatta Haliç'e hep uzaktan baktım. Bu satırlarda buldum ben o sokağı, dolaştım onun kaldırım taşlı olduğuna inandığım yollarında. Yoksul bir evin nem kokan, ahşap kokan odalarından girdim, bir sofra kurmuşlardı oturdum, peynir, zeytin, taze ekmek yedim. Cumbalı pencerede yaşlı bir teyze ile oturup biraz hüzne daldım...iyi geldi.

Yol üstünde kadınlar
Oturmuş örgü örer  

Asmalı kahve önünde  
Çatık yüzlü erkekler 

Çıktım sokağa akşamüstüne doğru. Oturdum kapı önündeki kadınların yanına. Çatık yüzlü kocalarından, parasızlıktan, akşama pişecek yemeklerden konuştuk. Bana örgü öğrettiler, çantamda kırmızılı, yeşilli bir atkının başlangıcı, ayrıldım.

Fabrika dönüşü, yorgun bir kırıtmayla  
Geçer solgun giysili kızlar  
Kürtçe bir şeyler konuşur  
Köşe başlarında delikanlılar

Süzüldüm sokak aralarından, kattım kendimi yorgun yollara, solgun giyisilere, köşe başındaki delikanlılara, genç kızlara. Genç oldum bir köşe başında ve usulca ayrıldım altı dakikanın sonuna geldiğimi anladığımda...

Ataol Behramoğlu'nun Kirazlı Mescit Sokağı şiirinden...

9 Eylül 2012 Pazar

Son Anı Bükücü

"Sıra var." Reyhan kapının önünde uzanan insanlara baktı. Kendinden, Selma'dan farklı değillerdi. Kotlu, genç, yaşlı, paralı, parasız.. ama hepsi kendi gibi sıkıntılı.
"Olsun" dedi Selma. Sıranın sonuna geçti. "Saydım. Otuzbeşinci sıradayız"
Reyhan arkadaşının yanına geçti. Çantasını açtı, öndeki cebe akşamdan yerleştirdiği parasını kontrol etti. Çaktırmadan saydı. 1600 dolar. "Paran hazır değil mi?" diye sordu Selma'ya
"Deli misin? Kaç yıldır biriktiriyorum onu bilmiyor musun?" dedi Selma, kahkaha atarak.
Sıradaki yüzlerden bazıları dönüp baktı.
"Bu karanlık, neon ışıklı, Allahın unuttuğu yere neden böyle bir yer açar ki bu kadın" diye fısıldadı Selma. "Parası yok diyemem ki..baksana şuraya 35, bizimle 37. Eder 60 bin dolar!"
"Hem de tek gecede" dedi Reyhan. "Belki o yüzden zengindir" Güldüler, bu sefer sessizce, dikkat çekmemeye gayret ederek.
Bir süre öyle sessizce yan yana durdular. Yavaş ilerliyordu sıra. Girenler haliyle uzun kalıyordu. Zordu anılar. Yerleşmiş, kemikleşmiş, gizlenmiş, saklanmış, başka şekillere girmiş, maskelenmiş anıları bulmak zordu. Bir de onları bükmek, şekillerini değiştirmek, hepten zor olmalıydı.
"Denedim bir keresinde" dedi Selma Reyhan'a sokularak. Reyhan boş boş baktı arkadaşına. "Bükmeyi. Denedim de olmadı. Çok zor iş" Okuduğu sayısız kitap geldi aklına. Yine de becerememişti. Tam dört yıldır mutfak paralarını biriktirip gelmişlerdi bugün. Birisi kapıdan çıktı. Gülümsüyordu. Kimsenin göremediği bir filmi izler gibi dalgın dalgın geçti yanlarından. Gülümsediler birbirlerine. Heyecanla el ele tutuştular ve içeriye giren kadına açılan kapının üzerindeki neon ışığa baktılar beraber. Anı Bükücü yazıyordu.

Gülcancığım dün derste bu lafı etti 'son anı bükücü' dedi. Bütün hikaye gözümün önüne geldi. Kağıdımın kenarına yazdım... 'son anı bükücü' diye. Teşekkür ederim Gülcancığım!

11 Ağustos 2012 Cumartesi

Üşüyen ruhlar

"Bu taraftan...lütfen...bu taraftan" Sakin ama kararlı bir ses ile beyaz takım elbiseli adam gelenlere yol göstermeye çalışıyordu. Şaşkın bakıyor, önlerindeki sırayı takip ediyorlardı.
"Anlamıyorum" dedi gelenlerden biri.
"Biliyorum" dedi. "Merak etme amca birazdan herşeyi açıklayacaklar". Fazla bilgi vermek iyi değildi. İlk zamanlar anlatmaya çalışırdı ama kafaları daha da karışıyordu o zaman.
Sırayla ilerleyen insan yığını bir çizgiye kadar ilerliyor orada onlara soru soran birkaç beyaz takım elbiseli adamı da geçtikten sonra çizginin arkasındaki 3 kapıdan birine gönderiliyordu. Yaşlı adamı izledi. Beyaz takım elbiseli arkadaşlarından biri yaşlı adama ilk soruyu sordu. "Ne yapıyordun buraya gelmeden önce?" Gözlüklerini takıp çıkartan, etrafa bakan ama hiç birşey anlamayan gözlerinde paniği açık açık okunan amca "Bahçemde çiçekleri suluyordum evladım...anlamıyorum" dedi.
Beyaz takım elbiseli adam ikinci soruya geçti.
"Sen ne zaman doğdun?"
Yaşlı amcanın yüzünde hafif bir gülümseme belirdi bu sefer. Gözleri uzaklara daldı.
"Ne zaman doğdun?" diye tekrarladı beyaz takım elbiseli adam.
"Annem kardelenler açtığında doğduğumu söylerdi" dedi.
Beyaz takım elbiseli adam ilk defa başını kaldırdı ve yaşlı amcaya baktı.
"Üşüyor musun amca?" diye sordu.
"Çok yavrum...çok üşüyorum. Ne soğuk sizin burası" dedi.
Beyaz takım elbiseli adam gülümsedi. Elindeki not defterini yanındaki arkadaşına verdi. Yaşlı adamın omzuna elini attı. "Gel amca, biraz seni ısıtalım" dedi... Birlikte yürüdüler. 3 beyaz kapıdan hiç birine girmediler. Uzakta duran rengarenk bir çadıra doğru ilerlediler. Üzerinde "üşümüş ruhlar çadırı" yazıyordu. Günün gösterisi panosunda "Masalcı" vardı... 

23 Temmuz 2012 Pazartesi

Beyaz Fillere Benzeyen Tepeler

Kadın ve adam oturuyorlardı 
Uzakta beyaz dağlar vardı
Gara girmek üzereydi Barselona - Madrid treni.

"Seninle gelirim" dedi Michael.
Sylvie Burger King'in penceresinden dışarı baktı, gözü penceredeki parmak izlerine takıldı. Ellerini masadan çekti, üzerine yapıştığını hissettiği yağ tabakasını silmek ister gibi etrafta birşeyler arandı.
"Bir şey mi aradın?" Michael sadece Sylvie'e bakıyordu.Sadece ona bakabiliyordu.
"Gelme. İstemiyorum" dedi Sylvie, çantasından çıkartığı ıslak mendille ellerini sert hareketlerle silerken.
Michael utandı. Bu sözlerin onu bu kadar rahatlatmasından utandı, sevişmelerinden utandı, gençliğinden, çaresizliğinden, daha tüyleri henüz oturmamış bedeninden utandı.

Kadın üzgündü, üzgündü, üzgündü
Adam düşündü, düşündü, düşündü
Aşkımız bitmesin isterim dedi.

"Aşkımız bitmesin Sylvie" dedi. Utancını yutup ellerine uzandı.
"Gitmem lazım" Sylvie hızla ayağa kalktı, çantasını omzuna attı. Bakamadı Michael'a, sevemedi onu artık.
"Görüşmeyelim Michael. Beni arama lütfen" dedi. Yağlı cam kapıları ittirerek dışarıdaki sıcak güneşli güne çıktı.
Randevusu 2'deydi. Bir buçuk saat burada olursun demişlerdi. Operasyondan sonra biraz bekleteceğiz demişlerdi. Kliniğin pencerelerine bakan tarafa geçti Michael.
...
Aralarında bir masa vardı
ve hüznün aşılmaz engelleri


Ataol Behramoğlu'nun "Hemingway'in Bir Hikayesinden  Çağrışımlarla" şiirinden çağırışımlarla :)

12 Temmuz 2012 Perşembe

Roman

Masasının başına oturdu. Eskiden temiz bir kağıt çıkartıp daktilosuna takardı, şimdi ufak bir tuşa bastı. Blip sesleri eşliğinde önündeki ekran aydınlandı, ortada bir daire dönüp durdu. "Haydi kızım" dedi. Bilgisayar kendine gelirken kahvesinden bir yudum aldı. Odanın diğer tarafındaki pencereden hafif bir rüzgar girdi, perdeler dalgalandı. Beraberinde çöp kamyonunun sesleri doldu odaya. Ekranda "Roman" dosyasını buldu. Dün akşam bıraktığı yerde duruyordu. Dosyayı açtı ve gözleri en alt satıra kaydı. 20,874 kelime. Her sabah yazının başına oturduğunda yaptığı gibi zihninde hesapladı. 50,000'den 20,874 çıkarsa 29,126 kelime kalır. Daha yarısına bile gelmemişti yolun. Yanıp sönen imleç dün gece bıraktığı noktada onu bekliyordu. En son Kamil kapıyı çekip evi terk etmişti. "Ne yapacaksın şimdi sen Ayşe? Ah Ayşe ah!" dedi. Elleri klavyeye dokundu, parmakları yerlerini aldılar ve Ayşe'nin odasının kapısından girip onu yatakta ağlarken buldular... 6 dakika bitti...

1 Temmuz 2012 Pazar

7:20 Kadıköy Beşiktaş Vapuru

7:20 Kadıköy Beşiktaş vapuru. Vapur yol aldı. Simsiyah saçları mavi kolsuz bluzünün açık bıraktığı omuzlarına dökülüyor. Gözlerine mavi boya çekmiş, dudaklarına kırmızı. Altına bir kot pantalon giymiş. Kucağında çantası, sırtı dik, pencereden bakıyor, bekler gibi. Ayağında dolgu topuklu kanvas ayakkabılar.

7:20 Kadıköy Beşiktaş vapuru. Saçlarıma sprey sıkmıştım sabah, düşmesinler diye. Makyajım tam, gözlerimde kalem, yanaklarımda allık, dudaklarımda hafif bir ruj. Üzerimde eğitime uygun siyah pantalon, beyaz gömlek. Karşımda oturan 3 kadını izliyorum, diğer tüm yolcuları izlediğim gibi. Ayağımda dolgu topuklu, eğitimde 12 saat ayakta durmaya uygun ayakkabılar. Öğretmen ayakkabısı diye satmıştı satıcı bunları bana.

7:21 Kadıköy Beşiktaş vapuru. İp ince mavi elbiseli kadın çantasından ten rengi yüksek topuklu ayakkabı çıkartıyor, yere koyuyor. Hızlı hareketlerle mavi babetlerinden pedikürlü ayaklarını çıkartıyor...Gazete okuyan kadının gözleri okuduğu satırlardan yerdeki topuklu ayakkabılara kayıyor...Pencereden bakan kadın kafasını yere indirilen ayakkabılara çeviriyor...ben gözlerimi kadının ayaklarından ayakkabılarından ayırmadan arsızca izliyorum...

30 Haziran 2012 Cumartesi

7:15 Kadıköy Beşiktaş Vapuru

Sabah 7:15. Kadıköy'den Beşiktaş'a giden vapura bir kadın biniyor. Hızlı hareketlerle ilerliyor. İlk sola dalıp kapalı alanda göz gezdirip üç kadının oturduğu bölmeyi gözüne kestiriyor. Hızla oturmak için ilerliyor. Üzerinde ipekten ince, şeffaf duygusunu veren, ip ince bedeninin üzerinden dökülerek akan çiçek motifli mavi bir elbise. Dizlerinin çok üstünde bitiyor. Öğretmen değil bu kadın, o kesin. Ayağında mavi babetler.. İki kadının arasına oturuyor.

Sabah 7:15 Beşiktaş vapur iskelesine erken geldiği için 7:15 vapuruna 7:09'da binmiş bir kadın vapurun kıç kısmındaki kapalı yerde oturuyor. Üzerinde siyah bir kot pantalon, balık etinde bedenini saran, oturduğunda bedenindeki boğumları belli belirsiz ortaya çıkaran siyah beyaz bir tshirt... Ayağında siyah beyaz kanvas babetler. Gazete okuyor.

daha çok var yazacak ama zil çaldı...arkası yarın artık....