20 Ekim 2016 Perşembe

Bir An

Bir an gelir. Gelmiyor anam o anlar. Ben sürekli ya geçmiş anları toplamaya çalışıyorum ya da gelecek anları planlıyorum. Herşey tam yerinde olacak ya. An. Öylece durabilmek. Hiç geçmiş yok, hiç gelecek yok...sadece o an var. Mesela şimdi burada yazıyorum. Bu yazının ne geçmişini ne de geleceğini düşünmeden. Yazının geçmişi geleceği olur mu? Olur? Füsun gibi konuştum...olur! An, an, bayan, kayan, sayan...neyi sayıyor? Günleri, saniyeleri anları? Ay kurtulamadım şu andan. yapıştı paçama küçük bir köpek gibi. Israrla çekiştiriyor. Ellerim yavaşladı klavyede. Afrika. Bu aralar gitmem lazım sankinim. Barış, bizim maymun. Komik hayvandı. Ölmüştür artık. Spatsy köpeğimiz de öldü herhalde. Bir de Thomas O'malley vardı...kedi. O da ölmüştür muhtemelen. Ay şimdi anlardan bahsederken ölen hayvanlara nasıl geçtik? Yıllar nasıl da akıp gidiyor. O anlardaki kız ben miydim? Bazen başkasının yaşamına bakar gibi bakıyorum o anlara. Annemin üçüncü çocuğu da ölmüştü. Bir de şoför bir adama çarpmıştı. Adam ölmüştü. Bize gelip şoför anneme "madam adam tükendi" dedikçe annem de ona "tamam da telefon numarasını aldın mı?" diye soruyordu. Annem soruyor bizim şoför "madam adam tükendi" demeye devam ediyordu. Pidgin denen bir İngilizce konuşurduk Nijerya'da. Annem bilmezdi pek herhalde. Sonunda ona anlattıktı...anne adam ölmüş dedik. Charles şoförün adıydı. Sonra ne oldu ona hiç bilmiyorum. An derken ölüme döndük. Hayat böyle işte anları kovalarken bir bakmışsın kapıdan geçmişsin bile...biletini kapıdaki adama, bu dünyaya ait ne varsa kapının dışındaki kutuya teslim ederek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder